Bilinçli zihin farkında olarak bir şeyleri düşünebilir ve değerlendirebilir. Aktif olarak tek bir şeye gerçek anlamda odaklanabilir ve kontrol altında tutulabilir. Bilinçli beynimizi yakından tanıyoruz çünkü en çok onun farkındayız. Bilinç bir buz dağinin ucu iken, bilinçaltı buz dağinin görünmez yanını, yani suyun altında kalan kısmını temsil eder.
Bilinçaltı zihin hayatında farkında olmadan gerçeklesen her şeyden sorumlu onan kısımdır. Metabolizmanın işleyişinden tut kan dolaşım sistemine kadar, çeşitli duygulardan her türlü alışkanlıklara kadar her şeyden sorumlu olan yönümüzdür. Yasamak için gerekli olan, kontrol edemediğimiz tüm temel işlemleri gerçekleştiren farkında olmadığımız parçamızdır.
Bilinçaltının birçok özellikleri vardır ve onu tanımak için bu özelliklere aşina olmak gerekir.
Bilinçaltımız bütün anılarımızın deposudur. Annesinin karnına düştüğü andan itibaren ölene kadar yasadığı her şey orda kaydedilir. 0-7 yaş arası kritik akil daha aktif olmadığı için o zaman diliminde her şey doğrudan kayıt edilir. Doğru - yanlış, iyi - kötü yoktur. Veriler olduğu gibi kabul edilir ve bilinçaltına işler. Burada 0-7 yaş arasının hayati önemini vurgulamak istiyorum. İnsanın ilk 7 yılı hayatının geri kalanını şekillendiriyor. Yani kişiye ne öğretiliyorsa, hangi değerler veriliyorsa, o da hayatı o şekilde algılıyor. Herkes hayati kendi filtrelerinden geçirerek algılar. Filtrelerimiz ilk 7 yılımızın sonunda oluşmuş olur. Bilinçaltımız tarla gibidir. Oraya ne ekilirse onu biçersiniz. Özellikle çocukluk döneminde çevre kişiye nasıl davranmış ise, kişinin bilinçaltı bunu benimser ve ilerleyen yaslarda o duygu durumu kendini sürekli olarak tekrarlar ve kişi çevresine de ayni şekilde davranır. Birçok insan anne babası gibi bir ebeveyn olmak istemediğini söyler fakat yaşları ilerledikçe farkında olmadan onlara benzerler ve onlar gibi davranmaya başlarlar.
Bilinçaltı genellemeler ile çalışır. Benzer durumlar arasında bağlantılar kurar. Örneğin belli bir hayvan yüzünden gerçeklesen korku anısını bütün hayvanlara genelleyerek hiçbir hayvanın yanına yaklaşamaz hale gelebilir ve hayvan fobisi yaratabilir. Başka bir örnekte bir annenin çocuğuna “yemezsen küçük kaırsın, güçsüz olursun, ” demesiyle, çocuğun bilinçaltı “büyümek, güçlü olmak için yemeliyim” bilgisini kodlar. İlerleyen yaslarda bu kişinin dürtü sel olarak her güçsüz ve yorgun hissettiğinde bir şeyler yemesine ve dolayısıyla yeme bozukluğu geliştirmesine yol açabilir.
Bilinçaltı duyguların kaynağıdır. İnsan sürekli olarak bir duygu durumu içerisindedir ve duygudan duyguya geçer. Hiçbir duygu hissetmediğimiz hiçbir an yoktur. Bilinçaltı yaşanan bir olay ile hissedilen duygu arasında bağlantılar kurar. Yani her davranışımıza bir duygu eşlik ede, bir anlam yüklenir. Yüklenen o anlamı göz ardı ederek sadece davranışı değiştirmek, uzun vadeli mutluluk getirmeyecektir. Örneğin kişi çikolatayı çok seviyor ve onu yediğinde mutluluk ve rahatlama hissediyor. Kişinin bunları yok sayarak sadece davranışını bastırmaya çalışması onu belirli bir zaman sonra sadece daha fazla çikolata yemeğe sevk edecektir.
Bilinçaltı değişimden hoşlanmaz, hatta nefret eder. Öğretilen ve içinde yetişilen ahlaksal yapıya sıkıca bağlanır. Aksine davranıldığı durumlarda suçluluk hissi duyulur. Baklavanın kilo aldırdığına inanan birisi, kilosuyla ilgisi sorunu varsa, baklavayı yedikten sonra muhtemelen suçluluk hissi duyacaktır. İnançlarına bağlı olmanın yani sıra, birde onları gerçekleştirmek için elinden geleni yapar. Örneğin “erkekler aldatır” inancına sahip bir kadının muhtemelen hayatına giren erkekler hep aldatan erkekler olacaktır. Bu durumda kadın erkekler arasında aldatma potansiyeli olan erkekleri çeker hayatına, çünkü onun bilinçaltı düzeyinde aldatmayan erkek, erkek değildir. Çok acayip değil mi? Hiçbir kadın aldatan bir erkekle beraber olmak istemez ama farkında olmadan çocuklukta kayıt edilmiş yanlış bir inançtan dolayı aldatabilecek erkekleri hayatına çeker. Değerli Halil Ata Bıçakçı hocamın güzel deyimi ile: “İnsanlar inandıklarını ispatlamak için hayatlarını veriyor”. Burada kilit nokta: neye inanılıyor? Benim inançlarım ne? İnsan yalnızca farkında olduğu bir şeyi değiştirebilir.
Bilinçaltı dilimizdeki olumsuzluk eklerini anlamaz. Deneyelim mi? Şimdi pembe bir fil düşünme. Ne oldu? Direkt olarak hayalinde bir pembe fil belirdi değil mi? Ayni şekilde çikolata yemeyeceğim veya yememem lazım diyen kişinin bilinçaltı “yememem lazım” cümlesini “yemem lazım” olarak algılıyor. Sonuç olarak kişi kendini çikolata yerken buluyor. Bu tarz “yapmamam lazım” denilen durumlara karşı belirli bir süre dirayetli kalınabilse de, sonuç olarak yapılması istenmeyen şeyi yaparken bulur insan kendisini.
Bilinçaltı hayal ile gerçeği ayırt edemez. İyi canlandırılmış bir hayale gerçekmiş gibi tepki verir. Bunu test etmek oldukça eğlenceli. Şimdi okurken hayal et. Kendi evindesin, sıcak bir gün. Kendine limonlu soda yapmak üzere mutfağa doğru adımlar atıyorsun. Adımlarını hisset, ayağının yere temasını zihninde canlandır. Şimdi buzdolabının önüne vardın ve elinle buzdolabını açıyorsun. Buzdolabının soğuk havası vuruyor yüzüne. Sonra buzdolabından bir tane limon alıyorsun. Limonun yüzeyini, soğukluğunu elinde hisset. Bir bıçak alıyorsun ve limonu ortadan ikiye kesiyorsun. Şimdi yarısını eline alıp ağzına silktiğini hayal et. Neler hissediyorsun? Muhtemelen ağzın sulandı, belki de yüzün ekşidi bunu hayal ederken. Peki neden böyle oldu? Bilinçaltının hayal ile gerçeği ayırt edememe niteliğinden dolayı. Hipnoterapiyi verimli kılan en büyük etkendir bu özellik ve bunu lehimize kullanmak oldukça zeki.
Aklimizden gecen her düşünce, bedenimizde fiziksel bir tepkiye yol açar. Yani her bir düşünce beden fonksiyonlarımızı doğrudan etkileyebilir. Mesela sürekli endişe eden bir kişinin midesinde hazımsızlık başlayabilir ve midede birtakım değişimlere yol açarak ülseri tetikleyebilir. Sürekli öfkelenen bir insanın böbreküstü bezleri uyarılır ve kandaki adrenalin yükselir. Bu da bedensel birçok soruna yol açabilir. Bir düşüncenin duygusal içeriği ne kadar yoğun ise, o kadar kolay bilinçaltına yerleşir. Ve bir düşünce bir kez bilinçaltına yerleştiyse, sürekli olarak aynı vücut reaksiyonlarını tetikler ve uzun vadeli fiziksel rahatsızlıklara sebebiyet verir. Günümüzdeki birçok rahatsızlığın ve kronik hastalıkların kaynağı budur. Bilinç altındaki duygu ve düşünceler değişmedikçe tam olarak iyileşmek mümkün değildir.
Kilo almaktan korkan bir kişinin aklından sürekli “aman bunu yemiyim kilo alırım” düşünceleri geçerse beyni kilo almaya programlanır. Çok duyarız değil mi sürekli kilo almaktan şikayet eden insanları. “Su içsem yarıyor”. “Az yiyorum ama yine de kilo alıyorum”. Kendisini bu şekilde ifade eden insanların devamlı olarak kilo alma korkusu vardır. Bedenleri ise bu “kilo alıyorum” düşüncesine hizmet ederek, ona göre hormonlar salgılar ve vücuda giren besinleri tutmaya ve depolamaya başlar. Dolayısıyla kabul edilen fikrin, bu durumda kilo aldığını kişi kabul etmiş oluyor, kendini gerçekleştirme eğilimi ortaya çıkıyor. Olumlu düşünen insanların daha az rahatsızlık yasadığı ve daha mutlu oldukları gerçeği buna dayalıdır.
Şundan çok emin olabiliriz: Bilinç ile Bilinçaltı çatışmasında kazanan daima bilinçaltıdır. Bilinçli olarak kilo vermek isteyen veya sağlığı için kilo vermesi gerektiğini bilen bir insan bilinçaltı düzeyinde kilo ile ilgili inançlarını ve bunlara yüklediği anlamları değiştirmedikçe, kalıcı olarak kilo vermesi mümkün olmayacaktır. Kısa süreliğine kilo verilse bile, bilinçaltı değişmedikçe verilen kilolar, genellikle fazlasıyla, tekrar geri alınır.